İnsanoğlu tarihin hiçbir döneminde bilgiye bu kadar kolay ulaşmamıştı.
Ama ironik bir biçimde, hiçbir çağda da bu kadar yanlış bilginin içinde boğulmamıştı.
İşte bu çağın adı “bilgi çağı” değil, “cehalet mühendisliği çağı”dır.

Cehalet artık bir eksiklik değil; bir üretilmiş gerçeklik hâline geldi.
Birilerinin, toplumun düşünme biçimini şekillendirmek için planladığı bir “zihinsel manipülasyon projesi”.
Yani cehalet, rastgele değil; mühendislik ürünü.

Sosyal medya bu mühendisliğin en güçlü laboratuvarı hâline geldi.
Gerçekle yalanın birbirine karıştığı, hakikatin gürültüye boğulduğu bir dünya burası.
Herkes konuşuyor ama kimse dinlemiyor.
Herkes biliyor ama kimse öğrenmiyor.
Herkes paylaşıyor ama kimse düşünmüyor.

Bir görsel, bir cümle, bir video…
Ve milyonlarca insan aynı anda aynı şeye inanıyor.
Oysa bilgi, doğruluğunu kitlesel beğeniden değil, akıl ve vicdandan alır.
Ama bugün akıl yerine algoritmalar, vicdan yerine beğeni sayıları belirliyor hakikati.

Bir tıklamayla yayılan cehalet her alanda karşımıza çıkmaktadır.
Artık bilgi, kitaplardan değil, ekranlardan akıyor.
O ekranlardan akanlar ise çoğu zaman düşünmek yerine duygulara oynuyor.
Korku, öfke, nefret ya da hayranlık…
Her biri, dikkat çekmek için kullanılan araçlar.
Gerçekle duygunun yer değiştirdiği bu dünyada “bilmek” değil, “inanmak” öne çıkıyor.
İşte bu, cehalet mühendisliğinin tam kalbidir.

Bir kitleyi yönetmenin en kolay yolu, onu yanlış bilgilendirmektir.
Bir toplumun enerjisini tüketmenin en etkili yöntemi, onu boş tartışmalara hapsetmektir.
Ve ne acıdır ki, çocuklarımız ve gençlerimiz bu büyük oyunun tam ortasında.

Sosyal medya fenomenleri, yapay kahramanlar, reklamla şöhret olmuş fikirler…
Hepsi birer “yeni çağ vaizi”.
Ama vaaz ettikleri şey, ilim değil; ilüzyon.
Değer değil; gösteri.
Gerçek değil; dikkat.
Yeni nesil cehalet: Bilgi sahibi olup, bilinçsiz kalmak
Eskiden cehalet, okumamaktı.
Şimdi ise cehalet, okuduğunu sorgulamamak.
Bir cümleyi ezberleyip bilgi sanmak.
Bir başlığı görüp fikir üretmek.
Bir videoyu izleyip dünyayı tanıdığını zannetmek.
Ve en tehlikelisi: “Ben biliyorum.” sanmak.
Çünkü bu yeniçağın cehaleti; kendini bilmeyenlerin değil, bilmediğini bilmeyenlerin cehaleti.
Bir ülkeyi geri bırakan savaşlar değil, yanlış bilgilendirilmiş nesillerdir.
Zihinler susturulmadan da köleleştirilebilir; yeter ki yanlış bilgiyle doldurulsun.
İşte cehalet mühendisliği tam olarak bunu hedefler:
Bilinçli insan değil, yönlendirilebilir insan üretmek.

Çözüm ise çok basit bilgiyi hikmetle yoğurmak yerinde olacaktır.
Bilgiyi öğretmek yetmez; o bilginin neye hizmet ettiğini de öğretmeliyiz.
Sorgulamayan bilgi, cehaleti besler.
Vicdansız bilgi, zulmü büyütür.
Hikmetsiz bilgi ise insanı karanlığa iter.
O yüzden biz öğretmenler, yöneticiler, anne babalar…
Sadece bilgi aktaran değil; doğru düşünmeyi öğreten insanlar olmalıyız.
Çocuklara “bunu ezberle” değil, “bunu neden öğreniyorsun?” demeliyiz.
Onlara “bilgiyi değil, bilinci” kazandırmalıyız.
Ve en önemlisi:
Her paylaşım bir sorumluluktur.
Her cümle bir etki üretir.
Her sessizlik bir kabule dönüşebilir.
Cehalet mühendisliğiyle mücadele, kitaplarla değil; karakterle kazanılır.
Gerçek eğitim, aklı bilginin emrine değil, vicdanın rehberliğine verir.
O zaman ne kadar çok bilgi değil, ne kadar doğru bilgiyle yaşadığımız önem kazanır.

Bugün bilgi kirliliğinin ortasında, en büyük temizlik hareketi “doğru düşünmektir.”
Bizi kurtaracak olan daha fazla bilgi değil; daha derin farkındalık ve ahlaki bilinçtir.
Cehalet mühendisliği, bir milletin geleceğini karartmak ister.
Ama biz, aklın ışığını yeniden yakarsak; hiçbir karanlık uzun sürmez.

Çünkü hakikatin mühendisliği, her zaman cehaletin mühendisliğinden daha güçlüdür.